2 Mart 2012 Cuma

Makale...

Sesi, Müziğini Bastırmayacak
Ses aralığının genişliği ve ses tellerinin uzunluğuyla bir ‘ses sihirbazı’ gibi sunulan Cem Adrian, sesini değil müziğini duyurmanın derdinde. “Aşk Bu Gece Şehri Terk Etti” albümü de bu amaca hizmet etsin istiyor. Geçen sene ‘Fazıl Say’ın keşfi’ olarak ses tellerinin uzunluğu ve ses aralığının genişliğiyle
gündeme gelen Cem Adrian, bu kez daha olgun bir tavırla karşımızda. Demo kayıtlarından oluşan “Ben Bu Şarkıyı Sana Yazdım”dan sonra sadece şarkıları değil prodüktörlüğü de kendisine ait “Aşk Bu Gece Şehri Terk Etti” albümünü tamamladı.

Önce bilgileri teyit edelim; Cem Adrian’ın ses telleri, ortalama bir insanın ses tellerinin üç katı uzunluğunda. Bu ona geniş bir hareket imkânı sağlıyor. Biraz daha açmak gerekirse kendisi, adeta kadın sesi zannedilecek tizlikte okumaya başladığı şarkının ikinci kıtasını gayet pes bir erkek sesiyle söyleyip aradaki keman, trompet gibi sesleri de aynen çıkarabiliyor, pek çok şarkıcının seslerini ayırt edilemez biçimde taklit edebiliyor. Ama bunlar da bir yere kadar! Yani en azından Adrian böyle düşünüyor artık. Zaten bütün bunların üstünde geçen sene haddinden fazla durulmuştu. Ne de olsa her gün bir ‘olağanüstü yetenek’le karşılaşmıyoruz. Ama işin sanatçıya dönük yanı biraz, hatta epey sıkıntılı. “Albümle birlikte ticari bir nesne haline geldiğimi fark ettim; yani sözleşmeler, reklamlar, bir sonraki albüm için stratejiler falan. Müzikten uzaklaşmaya başladığımı hissettim ve korktum.” diyor Adrian. Bu endişenin sonucu “Aşk Bu Gece Şehri Terk Etti”de prodüktör olmuş. “Bu, daha fazla parayla pulla ilgilenmeyi gerektirmiyor mu?!” diye soruyoruz. “Hayır!” diyor; “Ben işin o kısmında değilim. Ben şarkılarla ilgili prodüktörlük yapıyorum, kimse karışamıyor şarkılarıma. Para pul işleriyle ilgili olarak ise itiraf edeyim ki albümün çıkmasına ramak kaldı; ama ben hâlâ bir tane bile sözleşmeye imza atmış değilim. Böyle bir prodüktörüm işte!” Bu şekilde çalışmakta da bir sorun çıkmamış ki Adrian aynı zamanda nicedir sesini duymadığımız Umay Umay’a da bu yıl içinde bir albüm hazırlamak için kolları sıvamış. Kendi albümünde de sanatçıyla düet yapan Adrian, Umay’ın albümüne de dört beste vermiş.

Ağlak şarkılar yapmam!

“Aşk Bu Gece Şehri Terk Etti” albümündeki şarkılarda yağmur ve gecenin özel bir yeri var. Ama bu melankolik bir tavır değil. ‘Sokaklarda kendisiyle dolaşan, geceleri başucunda duran’ yağmurdan teselli değil de ‘çaresizliğini yüzüne vur’masını isteyen bir kırılgan metanet bu. Yarayı daha da deşip kanatmaya azimli, çok net, çok güçlü bir tavır. Sıkça tekrarlanan ‘korkmuyorum’ sözü de bunu teyit ediyor. Çünkü Adrian’ın felsefesi bu: “Kendi yaranı kendin dik! Yaşıyorsak elbette acı çekeceğiz, bizden daha çok ya da daha az acı çekenler olacaktır. Ben kaderci bir insanım; kadere, Tanrı’ya, her şeyin bir nedeni olduğuna, döktüğümüz her damla gözyaşının başka bir yerden bize döneceğine inanıyorum. Ama ben acıyı hiçbir zaman ağlak bir şarkıyla anlatmam. Acıyı sahiplenmek değerlidir.” Mete Özgencil de yıllar evvel bu minvalde bir söz etmişti; “Ben acıya pabuç bırakmayacak insanlara sesleniyorum.” diye. Adrian’sa seslendiği kitleyi, ‘Kelimelerin altında kelime arayan, her şeyden kolaylıkla etkilenen, kaldırımları ve sokak lambalarını sadece belediye hizmeti olarak görmeyip onlarla duygusal bağ kuranlar’ olarak tanımlıyor.

Albümün, Yasin Vural ve Erkan Tatoğlu ile yaklaşık bir yıl süren çalışmaları sırasında ne büyük bir işe kalkıştığını anlamış Adrian. “Önceden ben şarkıyı kaydeder, üstüne vokallerini, yaylıları falan okuyup bitirirdim. Ama teknik imkânlar öyle artmış ki daha önce iki kanal ses kaydederken bu sefer 22 kanal kaydedebiliyorduk. Bu benim daha çok ses çıkarmam ve çalışmaların uzaması da demek oluyordu aynı zamanda; ama benzersiz bir şey oldu. Özellikle ‘Aşk Bu Gece Şehri Terk Etti’de 134 kanal, salt sesten oluşan bir kayıt yaptık; tek kişilik koro!” Tam da sözün burasında değinmemiz gereken bir nokta var. Adrian her ne kadar yaptığı işin farklılığına dikkat çekse de dikkatlerin sadece buraya odaklanmasından da hoşnut değil. Özetle, ‘Sesten ibaret değilim!’ demeye çalışıyor. Öte yandan çok özel bir yeteneğin de sahibi. O da düşünüyor bu işin orta noktasını: “Sesim benim enstrümanım. Ama ruh olmadan ses sadece gıcırtıdır. Ses şovu yapmak istemiyorum ben, sesimle müzik yapıyorum. Her daim eleştirenler olacaktır; ama ne yapayım? Eleştirilir diye sesimi kullanmayayım mı?! Bu tıpkı güzel bir filmin bütününü algılamak yerine oyuncusunun tipine takılmak gibi bir şey.” Aslında Cem Adrian’a da böyle ‘komple’ bir bakış daha doğru olacak; kendisi sadece söz ve beste yapıp müzikle ilgilenmiyor, prodüktörlüğe niyet ettiğinden beri müzikle ilgili, klibini yönetmeye karar verdiğinden beri de görüntü yönetimiyle ilgili üçer bilgisayar programı öğrenmiş. Öte yandan albümüyle aynı adı taşıyan ve gelecek ay yayınlanacak bir kitabın hazırlığında.

Nereye gitsem taşırım bu isimleri

Nereye gidersem gideyim yanımda illa ki The Miseducation of Lauryn Hill olur. Sonra, bir Bjork CD’si. Chat Baker, ilk kadın tangocu Seyyan Hanım’ın eski kayıtlarından bir albüm, Düş Sokağı Sakinleri’nin ilk albümü, Ezginin Günlüğü’nün kendi yaptığım toplaması, DJ’ken yaptığım “Gökyüzünün Yıldızları” diye bir toplama albüm, Bülent Ortaçgil Light, Kent Ozanları… Bir de İstanbul’a ilk gelip yardım istediğimde beni kırsa da Yıldız İbrahimova’nın Çigan romanslarını ayıramam yanımdan. “Hoşça kal”ı ne zaman dinlesem içimde buzdağları çarpıyor birbirine.

Elif Tunca
Zaman Gazetesi - 27 Ocak 2007

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder