2 Mart 2012 Cuma

Cem Adrian Röportajları...


CEM ADRİAN İLE RÖPORTAJPDFYazdırE-posta
Yazar Deniz Yılmaz   
Salı, 24 Şubat 2009
Hani; çocukların, içindeki ufak oyuncaklara kavuşmak için hevesle yiyerek bitirmeye çalıştığı çikolatalar ve şekerler vardır ya; Cem Adrian’ın albümleri de bu hissi verir. Albüm kapakları her seferinde merak uyandırsa da, asıl içindekilerle büyüler insanı. Ve sonun da anlarız ki; birer çocuğa dönüşüp, heyecanla o renkli paketi açarken, içindeki “oyuncağı” görmek adına yaşadığımız telaş boşuna değildir. 
Yine bu heyecana ve bekleyişe değen bir albüm çıkmış ortaya.Cem Adrian’ın tüm gerçeklerle ve hisleriyle yüzleştirdiği sesi o kadar net ve çıplak ki “Emir” albümünde. 
“Emir” de yer alan şarkılar; başucunda bekleyen ama daha sonra ölmüş bir melekten, Tanrı’dan alınan bir emirden, sonunda ne olduğu bilinmeyen yollardan, aşkın bizi nasıl kaybettiğinden ve bu kez artık hiçbir şey demeden gitmeye karar vermiş bir çocuktan bahsediyor. Tüm bunları da titreşerek belleğimize yayılan, kaybolmuş bir çocuğun sesinden aktarıyor adeta. Hayatımızın bir yerinde kaybettiğimiz o çocuğun sesinden… 
Ve eminim ki; o titreşimin yankıları, uzun bir süre  gri şehrin kaldırımlarında gezinen insanların ruhundan gitmeyecek. 
 
“Emir”de, önceki albümlerinizdeki gibi farklı tarzlarda parçalarınız var. Farklı tarzlar üzerinde denemeler yaptığınızı söyleyebilir miyiz?
Aslında denemeler yapıyoruz diyemem; çünkü bir şey denemek için genelde stüdyoya girdiğimizde, aranjelerde ya da besteleri yaparken nasıl gelişirse onu biraz kendi haline bırakıyorum. Herhalde bu benim çok fazla müzik dinlememden ve farklı şeyler dinlememden ötürü bir tarza odaklanamadığımdan kaynaklanıyor diye düşünüyorum. “Emir” albümünde de yine farklı bir bütünlüğün içinde farklı şarkılar oldu. 
Bir albümü oluştururken; şarkı sözleriniz hislerinizle ve o anki hayata bakış açınızla ne kadar örtüşüyor?  Örneğin; “Emir” de; “çocuk” ve “yol” kelimeleri birkaç şarkınızda geçiyor…
Onları yaklaşık bir buçuk sene önce yazmıştım, en son da albüm çıkmadan önce “Bir Melek Ölürken” i kaydetmiştim. Geçen 2 sene içerisinde yaşadıklarımı yazdığımdan ve o dönemin de başkahramanları yollar ve çocuklardı, herhalde ondan kaynaklanıyor. 
Son albümünüzün kapağındaki “çıplaklığın” albümle ve içeriğiyle bağdaştığını düşünürsek, tam olarak neyi anlatıyor bu duruş bize; yani çıplaklığın vermek istediği bir mesaj var mı? Mesela “çıplaklık” genelde savunmasızlığı, saflığı temsil eder…
Aslında o mesaj tam da dediğiniz şeylerin mesajını veriyor; yalnız neye karşı çıplak ve neye karşı savunmasız olduğunuza bağlı, bu albümdeki çıplaklık aşka karşı olan bir savunmasızlığı anlatıyor ve bu da şarkılarla örtüşüyor zaten. 
Daha evvel Bremen Jazz Festivaline çıkmışsınız, Fazıl Say ve Burhan Öcal ile bir gösteriniz olmuş. Bundan sonraki projelerinizde Jazz a ağırlık vermeyi düşünüyor musunuz?
Essentials diye bir seriye başladık; ilki türkülerden oluşuyordu, onun ikincisi Jazz olacak ve üçüncüsü de klasik müzik olacak. Yani bir dahaki “Seçkiler” albümü serisinin ikincisi Jazz müziğinden oluşacak.
Eğer Fazıl Say sizi keşfetmemiş olsaydı, siz yine müzik adına bir şeyler yapmayı düşünür müydünüz?
Yani müzikle uğraşma çabası içinde de olabilirdim hala, çünkü yine müziğe doğru yöneliyordum sonuçta. Tabi ki daha geç olurdu, güç olurdu yine bir şey olurdu ama ne zaman olurdu bilmiyorum ama sonuç itibariyle yine müzikle uğraşmaya çalışıyor olurdum herhalde.
Genelde görüyoruz; sanatın içine ticari kaygılar girdiğinde o iş vasıfsızlaşabiliyor, ya da birbirinin aynı olan işler çıkıyor. Sizce müzikten hem para kazanılıp, hem de ticari kaygılar olmadan kaliteli işler yapılabilir mi?
Benim için bir sorun yok bu konuda; çünkü şöyle düşünüyoruz biz ekip olarak da; önce müziği yapıp daha sonra müzik marketi, bu işin pazarlanmasını, promosyonunu düşünüyoruz ama hani öncelikle bu işin ne kadar satacağını düşünüp, ticari bazda değerini ölçüp ona göre müzik yaparsanız zaten yaptığınız sanat değil zanaat olur; zanaatçı dolu etrafta zaten. Benimki biraz daha farklı bir yöntemle hem müziğimi yapmak, hem de bu işten para kazanmak.
Klasik bir soru olarak; sizi en çok etkileyen müzik tarzları ve beğendiğiniz sanatçılar kimlerdir?
Ben deneysel müzikleri seviyorum Björk, Portishead ya da Röyksopp gibi. Daha fazla yurt dışından isim dinliyorum ama Türkiye’den de mesela Cenk Taner vardır çok sevdiğim bir müzisyen; Kesmeşeker’in solisti. Düş Sokağı Sakinleri ve Ezginin Günlüğü’nün eski albümlerini dinlemişliğim vardır. Bülent Ortaçgil’in yine eski çalışmaları ve tabi yeniler de dâhil olmak üzere… Biraz daha müzik yapmaya çalışan insanları dinlediğimi söyleyebilirim kısacası. 
En yakın projeleriniz arasında neler var?
Şu an en yakın proje olarak “Nereye Gidiyorsun” un videosunu çekeceğiz, son albümün üçüncü videosu. Yeni albümün konserleri devam ediyor, çok fazla konser var, onlara gelip gidiyoruz. Başka bir proje düşünmüyorum, dinlenmeyi düşünüyorum bunlar dışında. 

Son Güncelleme ( Pazartesi, 28 Aralık 2009 )

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder