Ankara’yı, Ankaralılar’dan daha çok seviyor Cem Adrian. Ne zaman Ankara hakkında konuşsak, bu şehirde yaşadığı için ne kadar mutlu olduğunu ifade ediyor üstüne basa basa. İstanbul müzik piyasasındaki kaos devam ederken; o Tunalı Hilmi’deki stüdyosuna kapanıyor ve dinlemeye doyamadığımız albümler hazırlıyor.
Son albümü “Emir”i de Ankara’da kaydeden Cem Adrian ile albümün yakaladığı başarıyı kutlamak ve yeni şarkılarından konuşmak üzere, şehrin en güzel mekanlarından NADA’da buluştuk.
Gayemiz müzik konuşmaktı; ancak geçmişe dayanan tanışıklığımız sayesinde sohbet çok daha özel konulara uzanıverdi. Cem Adrian, yeni albümü “Emir”in ardındaki büyük aşk hikayesini tüm “çıplaklığıyla” ilk kez bu röportajda anlattı.
Serkan Tavşanoğlu: Bu albümdeki şarkıların çok sevildi. Daha önce Cem Adrian dinlememiş insanlar da biliyorlar artık şarkılarını. Müziğinin herkese ulaşması mutlu ediyor mu seni?
Cem Adrian: Öncelikle bir şeyi herkesin beğenmesi, onun çok iyi olduğu anlamına gelmez. Eğer bu kadar çok insan beğeniyorsa, burada bir sorun var demektir. Her zaman hitap etmediğim insanlara da artık hitap etmeye başladığımın farkındayım ve bu beni kaygılandırıyor doğrusu. Bu albümdeki şarkılar insanlara daha “yakın” geldiği için sevildi sanırım. Aslında benim için de “daha yakın” bir albüm olduğunu söyleyebilirim. Belki de bende bir değişiklik olmuştur.
Giderek daha iyi müzik yaptığın için daha çok insana ulaşıyor da olabilirsin...
Albümün iyiliği ile bir ilgisi yok bence bunun. “Aşk Bu Gece Şehri Terk Etti”den daha iyi bir albüm olduğunu düşünmüyorum “Emir”in. Ondan daha fazla satmayacak bu albüm. Sonuçlarından sonra biraz sorguladığım bir albüm oldu “Emir”.
İçine sinmeyen şarkılar mı var bu albümde?
Hayır, kesinlikle. Çok içime sindi tüm şarkılar. Bir yerde bir sorun var ama bulamıyorum onu.
İnsanlar şarkılarını dinlesin ama yüzünü kimse görmesin, seni kimse tanımasın ister miydin?
İster miydim? Bu çok fantastik bir hayal. Ben manken değilim, oyuncu değilim; böyle işler yapabilirim elbette ama şu anda yapmıyorum. Müzisyenim ben. Müzik, görsel bir sanat değil ki; hiç tanınmadan da yapabilirim bu işi. Uzun yıllar öyleydi zaten. Ancak özellikle çektiğimiz kliplerden sonra tanımaya başladı insanlar beni.
Albüm kapağında çıplak bir fotoğrafın var. Müziğin görsellikle ilgisi olmadığını söylüyorsun ama vücudunu ön plana çıkaran, dikkat çekici bir kapak fotoğrafı veriyorsun. Geçerli bir nedeni olmalı bunun.
Ben hiçbirşeyi gizleyip saklamıyorum. Şarkılarımda anlatmak istediklerimi, albüm fotoğrafları ile de bir bütün içerisinde sunmaya çalışıyorum. Bu albüm gerçekten hayatımın en savunmasız, herşeyini geride bırakmış, en büyük aşkını anlattığım; “çırılçıplak” halimi, “sadece buyum” dediğim halimi yansıttığım bir albüm oldu.
Kapak fotoğrafının ilgi çekeceğini biliyorduk tabii ki, ama bunu bu yüzden yapmadık. Çıplaklık, her yerde her zaman ilgi çeker. Ben “adam soyunmuş” diyen dinleyiciyi değil, “bu adam niçin soyunmuş” diye düşünen dinleyiciyi istiyorum. Bunu algılayabilecek insanlara müzik yapıyorum. Diğerleri beni ilgilendirmiyor. Genç kızların sevgilisi olmaya çalışmıyorum ki ben.
Seni kimlerin dinlemesi hoşuna gidiyor?
Akıllı, aklı başında olan insanların beni dinlemesini istiyorum. Bir sürü saçma sapan şarkının birarada olduğu playlistlere girmesin şarkılarım. Dinleyicilerim için özel bir yerim olsun istiyorum. Her türlü müziği dinleyen insanlar beni dinlemesin lütfen.
Alternatif kulvardan genele kaymak gibi bir kaygı mı yaşıyorsun?
Evet, böyle bir endişem var.
Öyleyse neden Pamela ile düet yaptın bu albümde? Seni genel dinleyici kitlesine yaklaştıracak bir hareket değil mi bu?
Daha önce düet yaptığım bir sürü sanatçı oldu; Umay Umay ve Denizhan gibi. Hepsi benim çok yakın arkadaşlarımdı. Bu albümde de yine arkadaşlarımı konuk etmek istedim.Pamela, müzikal kimliği dışında, insanı değerleri nedeniyle çok sevdiğim bir arkadaşım. Onunla şarkı söylemek istedim. “Pamela çok popüler bir insan, acaba bana popülerlik katar mı?” gibi bir beklentim olmadı asla. Çok seviyoruz biz birbirimizi. O şarkıyı Pamela’dan daha iyi söyleyebilecek bir şarkıcı da yoktu ayrıca.
Bir gün Hande Yener ile de çok iyi dost olursanız, onunla da düet yapar mısın?
İnsan herkesle çok yakın arkadaş olamaz. Ben biraz önyargılı bir insanım, özellikle müzik konusunda. Hande Yener’in geçmişte yaptığı müzikle, şu anda yaptığı müzik arasındaki farka bakınca; çok samimi bulmuyorum doğrusu bu değişimi. Eğer bir gün Hande Yenerile biraraya gelir, birbirimize inanır ve aynı frekansı yakalarsak, neden olmasın! Bir sonraki albümümde de onunla düet yapabilirim. Gerçi nasıl olur, bilemiyorum. (gülüyor)
Bu albümde elektronik altyapılar kullandın. Ses renginin, elektronik müziğe çok yakıştığını düşündüğümü sürekli söylüyorum sana. Neden böyle bir albüm yapmıyorsun?
Hadi sana müjdeyi vereyim. Öyle bir albüm projem var. Bütün şarkıların elektronik versiyonlarının olduğu bir albüm hazırlıyorum. Çalışmalara başladım, altı şarkıyı bitirip, bıraktım albümü. Şu an kafam kendi müzikal kimliğim ile alakalı olarak çok karışık. Ben sadece bir albüm değil; sözleriyle, müziğiyle, içeriğiyle, hatta kapak fotoğrafları ile bir konsept yaratıp, insanlara sunmaya çalışıyorum. Tüm bu süreci toparlamak çok zaman alıyor ve şu anda buna hazır değilim.
“Hayatımın en deli aşkı”nı anlattım bu albümde...
Baştan sona “aşk”tan ibaret bir albüm olmuş “Emir”. Sözler çok sahici ve en baskın tema“ayrılık”.
Şarkıların çoğu ayrılıktan bahseder ama insana şarkı yazdıran da “birllikte olmak” değildir, uzaklaştığınız anda yazmaya başlarsınız. Beklerken yazarsınız, başlarken yazarsınız ve bitince yazarsınız. Bir aşk devam ederken şarkı yapmaz insan. “Hayatımın en deli aşkı” diyebileceğim bir aşkı yaşadım, yaklaşık 1.5 yıl boyunca. O süreçte yazdığım şarkılar bunlar. O sürecin bana getirdiği, yaşattığı duygular var albümde. Gerçekten çok “çıplak”bir aşk albümü oldu bu albüm.
Şimdi o aşk devam ediyor mu?
Hayır. “Bir Melek Ölürken”i yazarken bitirmiştim bu aşkı. Böyle şeyleri kendime saklarım ve kimseyle paylaşmam ama anlatmak geldi içimden şimdi. Bu hikaye, albümdeki ilk şarkı “Tanrının Elleri” ile başladı, “Emir” ile devam etti ve “Bir Melek Ölürken” ile bitti. Söyleyecek hiçbir sözün kalmadığını vurguladığım “Hiçbiryer” adlı şarkı ile de albüm sona erdi.
Bu albümün seni sorgulamalara sürüklemesinin nedeni, çağrıştırdığı kalp kırıklıkları olabilir mi?
Yaşadığım herşeye sahip çıkarım ben. Bu albüm benim için çok değerli. Biten herşey, sizi yepyeni şeyler üretmeye teşvik ediyor. İstemediğim hiçbir şeyi yaşamıyorum. Birşeyi yaşıyorsak, tüm bedellerini ödemeli ya da bunları göze alarak yaşamalıyız.
Ankara’ya olan bağlılığında bu aşkın da etkisi var mı? Neden Ankara’dasın?
Bu şehri çok seviyor oluşumun, yaşadığım aşkla hiçbir ilgisi yok. Ankara’da kendi hayatımın kontrolü kendi elimde. İstanbul’da şehrin oyuncağı, kuklası gibi hissediyordum; ama burada ben yönetiyorum hayatımı. Ankara ile sevgiliyiz biz ama arada İstanbul ile aldatıyorum onu.
İstanbul’da geçirdiğin yıllar, ilk albüm çıkarma süreci ve piyasanın koşulları; seni çok mu yıprattı?
İstanbul müzik piyasasındaki insanları samimi bulmuyorum. “Piyasanın kalbi İstanbul’da atıyor” derler ya hani. Ben bunu da çok garip buluyorum. Hayat o kadar da ciddiye alınacak birşey değil ki. Kariyer yapmak için bu kadar çırpınmaya gerek yok. Ankara’da da yaşıyoruz ve hiçbirşeyden eksik kalmıyoruz. “Deniz yok” desek, İstanbul’da yaşarken de denizi görmüyordum zaten ben. İstanbullular denizi sadece köprüden karşıya geçerken görüyorlar.
Ben 2004’te geldim buraya. 5 seneden beri buradayım ve üç albümümü de Ankara’da çıkarttım. Buradan yürüyor işler inanın. Başarılı olmak isteyen insanları buraya davet ediyorum. İstanbul çok zor. Orada birşey üretilmiyor. Üretilenleri de görüyoruz. Ben hiçbir şey bulamıyorum sanat adına. Başarı dediğin şey tanınmak değildir ki. Ankaralı müzisyenler çok güzel işler üretiyorlar . İkinci albümlerini İstanbul’da yaptıkları için başarısız olan bir sürü Ankaralı grup var ama ilk albümleri çok güzel, çünkü burada yapmışlar.
Röportaj: Serkan Tavşanoğlu
Fotoğraflar: Seden Karadeniz
Mekan: NADA/ Ankara
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder